Bugünün modern cumhuriyetini kuranların ettikleri iki yemin vardı; Misak-ı Milli ve Misak-ı İktisadi…19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basan Mustafa Kemal’in ilkelerini belirlediği ve milleti ile birlikte kanla yazdığı, tarihe yön veren Misak-ı Milli (Milli Yemin) 9 Eylül’de İzmir’de denize dökülen düşmanla birlikte tutulmuş oluyordu.
17 Şubat 4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir’de düzenlenen İktisat Kongresi’nde ikinci bir yemin daha edildi: Misak-ı iktisadi. Bu kez elde silah yoktu. Son 100 yılını savaşarak geçirmiş ve bütün varlığını kaybetmiş onurlu bir ulus, bu kez kendine verdiği iktisadi kalkınma sözünü tutacaktı.
Anadolu’da genel görünüm
Atamızın Nutuk’ta kullandığı başlıkla ilerleyelim. Benzeri tarihte görülmemiş topyekûn bir savaşın ardından Anadolu’da iktisadi görünüm, perişandı. Yüzde 75’i köylerde yaşayan ve yüzde 90’ı okuma yazma bilmeyen bir millet, girdiği savaşlarda hayvan varlığının bile yüzde 75’ini kaybetmişti. Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye kalan sanayi varlığı Hereke İpekli Dokuma, Feshane Yün İplik, Bakırköy Bez ve Beykoz Deri fabrikası ile sınırlıydı.
Yüzde 85’i yabancıların kontrolündeki sanayi, son 100 yıldır acımasızca uygulanan kapitülasyonlar ve ülkenin ticaretini elinde tutan Ortodoks azınlığın Anadolu’dan ayrılmış olması iktisadi hayatı kilitliyordu. 29 Ekim’de cumhuriyet ilan edilirken Türkiye kendi ihtiyacı olan pamuklu kumaşın yalnızca yüzde 10’unu, ekmeklik unun yüzde 60’ını, sabunun bile ancak yüzde 20’sini karşılayabiliyordu. 40 bin köyün 37 bininde yol, dükkân ve okul yoktu.
Cam, kiremit, şeker hatta tuz bile ithal ediliyordu. Üstelik ithalat tarifeleri halen yabancılar tarafından belirleniyordu. Sermayesi, teknik birikimi ve personeli olmayan bir ülke bu şartlar altında İzmir’de Misak-ı İktisadi’yi ilan etti.
İzmir İktisat Kongresi’ne giden yol
Mevcut şartlar altında Misak-ı İktisadi’nin gerçekleştirilmesi en az Misak-ı Milli’nin gerçekleştirilmesi kadar zor bir hedefti. Ama Mustafa Kemal’in aklında bu hedef de billurlaşmıştı. Mustafa Kemal henüz tapusunu almadığı ülkenin inşasına başlamıştı bile.
İzmir İktisat Kongresi’nin yapılacağı tarih belli olduğu günlerde İsmet Paşa Lozan’da pazarlıklara devam ediyor, bir anlamda yeni ülkenin tapusunu çıkarmaya çalışıyordu. Müttefiklerin kapitülasyonlar ve Osmanlı’nın borçlarının ödenmesi ile ilgili baskıları karşısında görüşmeler tıkanmış, İsmet Paşa, Mustafa Kemal’e çektiği telgrafta görüşmelerin istediği gibi gitmediği mesajını vermişti.
Gerçekte savaş devam ediyordu. Müttefik kuvvetler topla tüfekle kurtuluşuna engel olamadıkları bu yeni ülkenin kuruluşuna iktisadi bir darbeyle engel olmaya çalışıyordu. Kurtuluş mücadelesini başarıyla tamamlayan “Gazi Meclis” şimdi de ülkeyi yeniden ayağa kaldıracak milli bir iktisat politikası belirlemeliydi.
Miras kalan borçların bir ödeme planına bağlanması ve kapitülasyonların kaldırılması tek başına milletin iktisadi bağımsızlığını sağlamak için yeterli değildi. Mustafa Kemal’in Sovyet Rusya ile kurduğu ve vatanın milli sanayisinin kuruluşuna kaynak sağlayan ilişkiler de müttefik kuvvetlerini endişelendiriyordu.
Mustafa Kemal işte bu noktada yeni ve büyük bir hedefi cümlelere döktü: “Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferlerle taçlandırılmadıkça sürüp gitmez.” “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir” kadar güçlü ve kararlı bir emir daha gelmişti.
26 Ağustos tarihinde düşmanın azim ve kararını kıran “Büyük Taarruz” gibi şok etkisi yaratacak ve Türklerin cumhuriyeti ilan etme kararını kesinleştirecek bu kararlı tutuma ihtiyaç vardı. İşte İzmir İktisat Kongresi düşman üzerinde bu etkiyi yaptı. Bu ortamda dönemin İktisat Vekili Mahmut Esat Bey yeni devletin iktisadi bağımsızlığını ilan edecek olan kongresinin toplanması fikrini 5 Ocak 1923 tarihinde ortaya attı.
Neden İzmir?
Mahmut Esat’ın İktisat Kongresi fikri hemen kabul gördü. Ancak Mustafa Kemal kongrenin yapılacağı yerle ilgili herkesten farklı bir görüşe sahipti. Kuvva-i Milliye ruhunun doğuşuna öncülük eden, yakılıp yıkılarak işgalin en acı faturasını ödeyen ve düşmanın ayak izinin Anadolu’da son görüldüğü yer olan İzmir seçilmeliydi.
İzmir’in seçilmesi kurtuluş mücadelesinin sürdüğünü ve “Çılgın Türkler”in düşmanı kovalamaya devam ettiğini sembolik olarak anlatacak, Lozan’daki İsmet Paşa’ya Anadolu’dan bir destek yollayacaktı. Gazi Meclis büyük taarruza hazırlanır gibi hızla İzmir İktisat Kongresi hazırlığına girişti.
İzmir öylesine yanmış ve yıkılmış bir haldeydi ki kongrenin yapılması için uygun bir bina bulmak bile zor oldu. İlk olarak o zamanki adı İttihat ve Terakki Mektebi olan İzmir Kız Lisesi düşünülse de katılımcı sayısının fazlalığı sebebiyle daha büyük bir yer arayışına girildi. Sonunda Osmanlı Bankası’nın deposu olan “Aram Hamparsumyan Üzüm-İncir İşletmesi Binası” seçildi.
Bütün yurttan bin 135 delege vatanın iktisadi kurtuluşu için İzmir’e aktı. 500’ü kadın bin 500’ü aşkın izleyici ile birlikte İzmir’de düzenlenen İktisat Kongresi 3 bine yakın insanı ağırladı. Kongre çetin geçti. Bir cümle ile izah etmek gerekirse kongrenin nihai kararı iktisadi olarak da tam bağımsız bir Türkiye idi. Milli bir sanayi ve milli bir banka kurulmalıydı.
İş Bankası fikri gerçeğe dönüyor
Artık yeni devleti aşılması gereken ekonomik sorunlar bekliyordu. Bu dönemde tasarrufu teşvik ederek toplanacak fonlarla bütün ekonomik faaliyet kollarını finanse edebilecek, gerektiğinde çeşitli alanlarda sanayileşme hareketinin başlatılmasına kendi kaynaklarıyla katılabilecek milli bir kuruluşun doğması ve milli bankacılık sisteminin oluşturulması ihtiyacı derin bir şekilde hissediliyordu.
Cumhuriyet döneminin ilk ulusal bankası olan İş Bankası’nın kuruluşu İktisat Kongresi’nde alınan kararlar doğrultusunda ve Atatürk’ün direktifleriyle 26 Ağustos 1924 tarihinde gerçekleşti. Ankara’da 7 kişiyle işe başlayan İş Bankası, 1924’ün sonuna gelindiğinde, ilk Genel Müdürü Celal Bayar’ın liderliğinde 2 şube ve 37 personele ulaştı.
Bankanın sermayesi 1 milyon lira idi. Bu sermayenin fiilen ödenen 250 bin liralık bölümü ise bizzat Atatürk’e aitti. Son olarak işte o 250 bin liranın hikayesini İş Bankası tarihinden, Atatürk’ün Baldızı Vecihe Hanım’ın ağzından aktaralım. “Atatürk İzmir’deki evimizin selamlık kısmında özel odasında çalışırdı. Celal Bey de sık çağırdığı bakanlarındandı. Gene böyle bir gün, Celal Bey önce Atatürk ile onun çalışma odasında görüştü, sonra da bizim yanımıza geldi. Latife ablam, ben ve babam selamlık bölümünde oturuyorduk.
O aralar sıklıkla Atatürk’ün bütün hayatı boyunca biriken 250 bin lirasının nasıl değerlendirilmesi gerektiği konuşuluyordu. Babam ihracat ve ithalatın yabancılar tarafından yapıldığını hatırlatarak bu işleri yapacak bir Türk şirketinin kurdurulmasını önerdi. Celal Bey “Asıl ilk önce bir banka kurulmalı” dedi. Kısa bir müzakereden sonra fikir birliğine vardılar. Tam o sırada Paşa odasından çıkıp yanımıza geldi. Bugün gibi aklımda, güzel bir akşam üstü idi.”